Gökgürültüsü ve şimşek eşliğinde yağan yılın ilk karını izlerken yazıyorum bugün size. Evet evet yanlış okumuyorsunuz, az önce kapkara bulutlar doldurdu gök yüzünü, belli arkasından bir şey kopacak ama hiç birimiz gök gürleyip şimşek çakarken lapa lapa kar yağacağını beklemiyorduk hani :)) Neyse, Ankaramıza yılın ilk karı düştü, haydi hayırlısı. Allah sokakta kalanların yardımcısı olsun...
Gelelim yazımızın ana fikrine. Başlıktan da anlaşılacağı gibi bizim gezenti ekip yine yollara düştü. Teee martta almıştık uçak biletini. Yakın olsun dedik, havası bu tarihlerde yumuşak olsun dedik ve Atina'da karar kıldık. Bir salı sabahı düştük yollara :)) İnanmayacaksınız ama Pegasusla İstanbul Sabiha Gökçene, ordan da Atina'ya hiç rötarsız uçtuk :)) Alanda çabucak valizleri aldık, kapıda daha önceden ayarladığım taksimiz bizi bekliyordu. Şoförümüz İstanbul'dan Atina'ya göç edenlerdenmiş. Türkçe sohbet muhabbet şehir merkezindeki otelimize ulaştık. Yine nokta atışı yapmışım, Atina merkezde gezilecek her noktaya yürüyüş mesafesindeydi otelimiz. Hava da limonata gibi, ohhh miss. Valizleri odaya, kendimizi anında Atina sokaklarına attık.
İlk durağımız Sytagma Meydanı ve Parlamento Binası. Otelimizden sadece beş dakika yürüyerek meydana ulaştık. Bu meydan aynı zamanda hem toplu taşıma araçlarının hem de gezi otobüslerinin de kalkış noktası. Atina'nın kalbi de diyebiliriz. Parlamento Binası önünde meşhur Evzon Askerleri saat başı bir gösteri yapıyorlar. Bizim Anıtkabirde askerlerin nöbet değişiminde yaptıkları seramoniyi andırıyor. Artık adına ne derseniz, ister gösteri ister nöbet değişimi tamamlanınca askerlerle fotoğraf çektirabiliyorsunuz ama tek tek :)))) Parlamento Binasının hemen yanında da koooocaman bir park var. Şehir parkı. Gündüz saatlerinde bu parkta yürümek, oturmak, dinlenmek serbest. Akşam girilmiyor maalesef. Bizim gittiğimizde de tam kapanış saatiydi giremedik.
Meydandan aşağı doğru yürüdüğümüzde Ermou Caddesine geldik. Burası bizim İstiklal Caddesi gibi. Sağlı sollu mağazalar, kafeler, lokantalar, capcanlı bir cadde. Bu caddeyi sonuna kadar yürüdüğünüzde meşhur Monastiraki Meydanına ulaşıyorsunuz.
Ermou Caddesinden görüntüler |
Monastraki tam bir turistik merkez. Meydana inen sokaklarda sağlı sollu tavernalar, bolca hediyelik eşya dükkanları ve her milletten insanlarla cıvıl cıvıl bir yer. Osmanlıdan kalma bir cami de var bu meydanda ama minaresi yüzyıllar içerisinde yıkılmış. Şimdilerde müze olarak kullanılıyormuş. Akropolisi de ilk oradan gördük. Küçük sokaklardan meydana indiğimizde hemen solumuzda tepede tüm ihtişamıyla görünüyordu. Meydandaki 360 isimli kafenin terasından bu muhteşem manzarayı izlemek ve fotoğraflamak serbest. Bizim telefonlarla pek güzel fotoğraf alamadık ama idare edeceksiniz artık.
Monastraki'den birkaç kare |
işte 360 Cafenin manzarası |
İkinci gün ilk iş bir gezi otobüsü ayarlayıp Akropolise çıktık. Burası arkeoloji ve mitoloji meraklıları için bir cennet. Ben ne yazık ki onlardan değilim. Sizin için booolca fotoğraf çektim. Meraklıları tarihi bilgilere nasıl olsa ulaşırlar :))
Karşınızda çıkamadığımız Lycabettus tepesi |
Kuşbakışı Atina |
Akropol'ün tepesinden Egedenizi kıyıları Pire |
Gezi otobüsümüzle Pire yolunda |
Sonraki durağımız Pire oldu. Pire her ne kadar ayrı bir şehir olsa da sanki Atina'nın deniz kenarında bir semti gibi olmuş. Yaklaşık 20 dakikada etrafı seyrede seyrede Pire'ye ulaştık. Otobüsten inip biraz da yürüyerek deniz havasını içimize çektik. Büyük turistik gemiler buradaki limana yanaşıyorlar. Ayrıca koca bir marinası da var. Sanki bizim Çeşme gibi. Öğlen Paşalimanı'nda yedik yemeğimizi. Marinada yatlara karşı :)) Balık ve ahtapot salatası.... ımmmmmmm nefisti :))) Haaa aklıma gelmişken, Yunanistan'ın herhangi bir yerinde denemenizi önereceğim ilk şey Fava. Hani şu bizim iç bakladan yaptığımızda. Ama orada sıcak servis ediliyor. Değişik şekillerde lezzetlendiriliyor. Benim favorim baby karidesle servis edileni. Muhteşem :)) Musakka da çok meşhur. Bizimkinden farklı olarak patates ve patlıcan birlikte diziliyor üzerlerinde kıyma ve en üstte de beşamel sos gibi bişey oluyor. Çok bayıldığımı söyleyemem.
Pire'den birkaç kare |
Laf bu benzer lezzetlerden açılmışken kendimce yaptığım bir tespiti de sizlerle paylaşmak istedim. İster Yunan adalarında olsun, ister Atina'da, Selanik'te gezerken mutlaka Türkçe konuşan biriyle karşılaşıyorsunuz. Çünkü yüzyıllar boyu bu insanlarla iç içe yaşamışız. Kimi o tarafta, kimi bizim buralarda. Ama aynı yemekleri yapmışız, aynı baklavayı birlikte açmışız. Yıllar sonra mübadele olmuş oradaki buraya, buradaki oraya gitmiş. E haliyle de ne pişiriyorsa, ne yapıyorsa gittiği yerde onları yapmaya devam etmiş. Şimdi biz neyin kavgasını yapıyoruz ki, yok baklava bizim, musakka bizim diye... Adam yıllar boyu anadoluda yaşarken yaptıklarını gittikten sonra orada da yapmaya devam etmiş. Tıpkı oradan gelenlerin yaptıkları Boşnak böreği gibi mesela :))
Bu saptamayı da paylaştığımıza göre gezimize dönebiliriz. İkinci gün akşam bir tavernada hem yemek yedik hem de eğlendik. Atina'da Plaka semtinde bir dolu taverna var. Canınızın istediğine girip yemek yiyebilir, eğlenebilirsiniz. Sezon sonu ve hafta içi olduğundan bizim çok fazla seçme şansımız olmadı. Ailesi Hatay'dan gelmiş bir mağaza sahibinin önerisiyle gittik buraya ama adını paylaşamıycam sizinle çünkü aldığım kartı bulamadım :(( ama fotoğraflar var :)))
Üçüncü gün istikamet Plaka ve Anafiotika. Burası Akropolisin eteklerinde, sanki bir akdeniz kasabasındaymışsın hissini veren bir semt. Plakadan yukarılara doğru yürüyüp daracık sokaklarda kaybolmak isteyeceğiniz bir yer, gerçekten de adalardan gelen insanların kurduğu bir mahalleymiş. Oradaki evlerinin, mahallelerinin aynısını burada da inşa etmişler ve hala buralarda yaşayanlar var. Fazla söze gerek yok işte Anafiotika....
Öğleden sonra niyetimiz yukarıda söz ettiğim şehir parkını gezmek ve Lycabettus tepesine çıkmaktı ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Syntagma meydanında büyük bir protesto gösterisi yapıldığı için bütün yollar, park ve civarı polis tarafından kapatılmıştı. Maalesef bu planımızdan vazgeçmek zorunda kaldık. Otelimize dönüp biraz dinlenmeye ve gece yapacağımız Selanik yolculuğu için enerji toplamaya karar verdik.
Yunanistan Başbakanı ve Devlet Başkanlığı konutları. Aynı sokakta yan yanalar ve kapılarında 2 polis var sadece :)) |
Selanik Atina arası yaklaşık 450 Km. Ankara-İstanbul gibi yani. Gece 12.00'de trene bindik, tıkır tıkır gittik Selaniğe :) Ama size önermem. Pek keyifli bir yolculuk olmadı. Zaten normal turlarda böyle bir rota yok :)) Olur da bizim gibi bir çılgınlık yapmaya niyetlenirseniz lütfen uçak bileti alın :))
Her neyse, öyle böyle sabahın köründe Selaniğe vardık. İstasyonda kahvaltımızı edip biraz dinlendikten sonra yürüye yürüye sahile ulaştık. Burası da tıpkı İzmir.... deniz kenarında yürürken İzmir Kordon'da yürüyormuş gibi hissettim kendimi. Buraya gelmekteki asıl amacımız tabii ki Atatürk'ümüzün doğduğu evi ziyaret etmek, onun çocukluğunda soluduğu havayı teneffüs etmekti. Bunca meşakkat, yorgunluk umurumuzda bile olmadı. Geceyi uykusuz ve yorgun geçirdiğimiz için Selanik sokaklarını yürüyerek dolaşmayı hiçbirimizin gözü yemedi. Selanik'in simgesi olan beyaz kulenin hemen yanından turistler için belediye otobüsü kalkıyor. Tüm turistik yerleri gezdiriyor. Gezi otobüsleri aynı tur için 10 Euro alırken belediye otobüsüyle bu tur sadece 2 Euro :)) Üstelik sabahın dokuzunda otobüste bizden başka kimse olmadığı için görevli rehber tüm sorularımızı da cevaplayarak ayrıntılı olarak bilgilendirdi bizi. Teşekkürler Dimitri :)))
Selanik sokaklarından birkaç kare |
Ve saat 10.00'da asıl olmak istediğimiz yerdeydik. Atatürkümüzün evinde. Daha evin bahçesine adım attığımız ilk andan itibaren hepimiz çok farklı bir ruh hali içerisindeydik. Hepimizin gözlerinde yaşlar, ama dudaklarımızda bir gülümseme sessizce gezdik Atamızın evini. O daracık merdivenlerden koşarak inerken belki bağırdı arkasından Zübeyde Anne "koşma düşersin" diye. Kimbilir daha neler neler yaşandı bu küçücük evde. Çok farklı bir duyguydu bu, satırlara dökmekte zorlanıyorum. Aynı şeyleri Ankara Çankaya'daki Müze Köşkü gezerken de hissetmiştim. Bir ara gözümden istemsizce akan yaşları silerken gözüm arkamızdan eve giren çifte takıldı. o hanımın da gözleri yaşlıydı. Demek ki Atatürk'e hayran herkes aynı duyguları hissediyormuş :)) Biraz da evle ilgili bilgi vereyim. Yakın tarihte restore edilen evi müze haline getirmiş Kültür Bakanlığı. Odalar tefrişli falan değil, camekanlarda Atamızın bazı eşyaları sergileniyor. Duvarlarda da boooolca fotoğraflar var. Aşağıda mutfak temsili olarak döşenmiş ve Atatürk'ün çocukluğunu gösteren bir balmumu heykel konulmuş. Yukarıdaki odaların birinde Atatürk'ün, diğerinde de Zübeyde Hanımın balmumu heykelleri bulunuyor. Haydi buyurun fotoğraflara...
Bizim için yorucu ama bir o kadar da keyifli bu ziyaretin ardından kendimizi İstanbul'un Nevizadesini andıran Ladadika'ya attık. Yemek yiyip tren saatine kadar burada dinlenmeye karar verdik. Saat 18.30 da Selanik'e veda edip gece yarısı Atina'ya otelimize ulaştık. Sabah da toparlanıp keyifli geçen dört günün ardından evlerimize doğru yola çıktık...
Ladadika |
Atina, yüzyıllar boyu pek çok uygarlığa ev sahipliği yaptığı için gezilecek yer oldukça fazla. Biz sadece çok bilinen bölümlerini ayrıntılı gezebildik. pek çok yeri sadece gezi otobüsüyle görüntüleyebildik. Paylaşılacak onlarca fotoğraf var ama ben en önemlilerini paylaştım sizlerle. Biz çok eğlendik, harika zaman geçirdik bu seyahatte. Umarım aynı enerji, okurken size de geçmiştir. Biliyorsunuz ben bir seyahat bloğu yazmıyorum. Benimkisi yaptığım, yaşadığım tüm güzellikleri, heyecanları, bazen de üzüntülerimi, endişelerimi sizlerle paylaşmak. Bu yüzden sürç-i lisan ettiysem af ola :)) Hepinize keyifli bir hafta sonu diliyorum :)